Pazar, Aralık 31, 2006

Yeni yıl ve kurban;

Kaç yılda bir böyle anlamlı iki gün aynı güne denk gelir bilmiyorum ve matematiksel hesaplamasını yapmadım ama güzel ve yoğun olacak gibi gözüküyor.

Buradan herkesin kurban bayramını kutlar ve sağlıklı yeni bir yıl dilerim. Umarım her şey gönlünüzce olur.

Salı, Aralık 26, 2006

Kar yağdı kış geldi;

Gerçek kış aslında şimdi başlıyor. Karın yağması, çocukların kartopu oynamasıyla ve büyüklerin onları kıskanmasıyla başlıyor. Pencere kenarlarının karın yağışını izlemek için boşaltılmasıyla, dışarıda kar yağarken evde kestane kebap yapmak için alınan kestanelerle başlıyor.

En çok sevdiğim dört mevsimden bir tanesi olan kışın gelmesi beni en çok sevdiğim diğer üç mevsimin gelmesi kadar çok sevindirdi. Sabah karın yağıp yağmadığını merak etme heyecanıyla yataktan kalktım. Ve öyleydide. Hocanın dersi erken bitirmesi kadar çok sevinmiştim karın yağmasına. Karın yağması dışarıya çıkıp ekmek almama bahane olmuştu. Çok özlemişim o küçük, temiz kar taneleri altında yürümeyi. Keyfini çıkara çıkara, yavaş yavaş yürüdükten sonra ekmeğimi alıp fakirhaneme geldim.

Akşama kadar yağsada yetersiz bulacağım halde yinede akşama kadar karın yapmasını istiyordum ve hala istiyorum. Ara ara yoğun bir şekilde yağan kar herkesin geçici bir sürede olsa mutlu olmasını sağlamıştı. Ama beni hep mutlu ediyordu.

Herkeste olduğu gibi bende de olan hiç dokunulmamış karlar basma dürtüsü beni çok farklı ve gülünç şekillere sokmuştu. Ama olsun yinede çok keyifli bir gezinti oldu. Beni şaşırtan çok değişik bir şey daha olmuştu. Dışarıya çıkınca dışarısının farkedilemeyecek kadar fazla aydınlık olduğuydu. Sanki bütün apartmanlardaki lambalar yakılmıştı ya da gece gece güneş doğuyor gibiydi. Hala şaşkınlığı atabilmiş değilim. Daha önce nasıl olmuştuda hiç farketmemiştim. Okuldan sonra eve gelince gece dışarı çıkıp karın bütün keyfini çıkaracağımı kafama koymuştum. Beklediğim saat gelince hazırlıklarımı yapıp heyecanla dışarıya çıktım. Ama bir özürüm olacak: Karlar üzerinde keyifli keyifli gezerken bir an yerdeki kar deseninin çok güzel olduğunu farkettim. Sanki dalgalanıyor gibiydi ama aslındaben çiçeklerin olduğu yere geçmiştim :( . Buradan üzerine bastığım veya basayazdığım bütün bitkilerden özür diliyorum.

Bu kadar kar muhabbetinin üzerine bir de kar hikayesi:

NOT: Buraya yazacağım hikayeyi en kısa zamanda tamamlayıp sizlerle paylaşacağım.
İzmit'te kar:

Şu sıralar İzmit'te senenin ilk karı yağıyor. Buyurun burada da ilk resimler. Ya bu blog çok iyi çalışıyor. ;)


Pazartesi, Aralık 25, 2006

Yaralı asker;

Çatışmanın üçüncü gününde düşman bir tabur asker daha getirmişti. Bizim mehmetçiklerin işi daha zor olmasına rağmen halen kahramanca savaşıyor ve bölgedeki üstünlüğümüzü de koruyorduk.


Çatışma sabahın erken saatlerinde başlamıştı. Siperlerdeki askerlerimiz ellerindeki sayılı sayıdaki mermiyi tasarruflu kullanabilmek için ateş etmeden önce bir kez daha düşünüp öyle ateş ediyorlardı.

Askerlerimizden biri aldığı bir kurşunla yaralanmıştı. Şansına tıbbiyeciler de oradan geçiyordu. Hemen ik mudahaleyi yapacaklardı. Doktor eğilip mehmetçiğin durumuna baktı. Kurşun şah damarı ve nefes borusundan geçip çıkmıştı. Çok kötü kan kaybediyordu. Doktor askerin elindeki silahı almak istedi ama asker silahı bırakmıyordu ve yarı baygın haldeydi. Asker bir anda ayıldı ve
‘Bir şeyim yok ya doctor?’ dedi. Tabii bu kadar rahat söyleyemiyordu. Nefes borusundaki boşluk yüzünden sesi titreye titreye çıkıyordu. Doktor ne diyeceğini şaşırdı. Biraz kendine geldikten sonra askere ‘Vuruldunuz!’ diyebildi sadece.
Asker ise bir eliyle kanayan boynunu diğer eliyle de kanlı silahını tutarak ‘Biz vatanımızı bir kurşuna bırakacak değiliz doktor’ dedi.

Cumartesi, Aralık 23, 2006

Sabiha Gökçen;

Geçtiğimiz salı günü abimi karşılamak için İstanbul'a gitmiştim. Daha önce hiç gitmediğim için nasıl gisileceği konusunda hiçbir fikrim yoktu. İnternet ve İstanbullu arkadaşlara danışarak nasıl gideceğimi kabaca öğrendim. Bu hususta Gök arkadaşıma çok teşekkür ederim. Onun sayesinde treni kullanmak için para vermedim.

Trenden indikten sonra benim planıma göre taksiyle gidecektim. İntenetteki verilere göre Havaalanı ile Pendik arası sadece 14 kilometreydi. Bende bu bilgiye çok güvenerek takiciye sordum "Buradan havaalanı ne kadar tutar?" diye oda "23-25 falan tutar." dedi. Bende yaptığım hesaplar göre 17,85 tutacağındana o zaman taksimetreyi açalım dedim. (Zaten pazarlık edemem birde böyle bi şey dedim)Neyse gittik gittik havaalanına geldiğimizde arabadan 20 ytl verip ayrılmıştım.

İkinci kısım ise bekleme kısmıydı. Önce mevkimi aldım mp3 çalarımın kulaklığını kulağıma takıp Ata Demirer'in Tek Kişilik Dev Kadro oyununu dinledim tabiiki daha çok vakit vardı. Bir de Cem Yılmaz'ın gösterisini dinliyordum ama canım sıkılınca Pinhani'nin şarkılarını dinlemeye başladım. İşte bu sırada "Stuttgart'tan gelen (kaç sefer sayılı olduğunu hatırlayamıyorum) uçak piste inmiştir" anonsunu duyunca birden irkildim. Zaten camın hemen yanındaki bankta oturuyordum önümdeki cama yapışmış insanlardan sıyrılarak uçağa baktım. Uçak benim olduğum bölüme değilde diğer bölüme doğru yanaşıyordu. Bende pılımı pırtımı toplayarak heme diğer bölüme gittim. Camın önü oğlunu, kızını bekleyen anne babalarla doluydu. Herkes "aha aha indi indi" diyerek camın önünden ayrılıp yolcuların çıktıkları yere doğru gidiyorlardı. Yolcuları gidecekleri yere götüren otobüsler kapılarını kapatırken ben abimi hala görememiştim. Biraz hayalkırılığıyla bekleme bölümüne gittim. O anda aklıma Alex'in Türkiye'ye indiği an aklıma gelmişti. Aklımda oynuyordum Alex çıkıyor kapıdan bir sürü basın mensubu arkadaş fotoğraf falan çekiyor havaalanın doldurmuş GFBli arkadalşar Alex için tezahurat edyorlar. Neyse bu hayal ortamından çıkıp abimi gerçek düntada beklemeye başaladım. Birer birer yolcular çıkıp sevdiklerine kavuşurken bir an şüpheye düştüm abim ya çıkmazsa diye ama çok saçmaydı nasıl çıkmasın tabii uçağı kaçırma ihtimalini saymazsak.

Sonunda abi en son kapıdan çıktı ve aime sarıldım. (Abim yürürken abimin bir daha ne kadar yakışıklı olduğunu anladım (; )

Pazartesi, Aralık 18, 2006

Ahmet Ertegün bugün toprağa veriliyor.

29 Ekim’de New York’ta Rolling Stones konseri sırasında ayağının kayması sonucu düşerek başını vuran Ertegün hastaneye kaldırılmıştı. Prof. Dr. Mehmet Öz’ün yöneticiliğini yaptığı New York Presbyterian Hastanesi’nde ilk müdahalesi yapıldı. Ertegün o günden bu yana yoğun bakımdaydı. Tedavisini üstlenen doktorlar tarafından yapılan açıklamada, yoğun bakım ardından bitkisel hayata giren ünlü plak yapımcısının kurtulmasının mucize olacağı söylenmişti. Destek cihazlarla bir süre yaşatılan Ertegün, vasiyatnamesinde böyle bir durumda yaşamak istemediğini belirtmişti. Müzik dünyasının efsanesi, TGRT’nin resmi patronu Ahmet Ertegün, Üsküdar’da ailesinin kurduğu Özbekler Tekkesi’ne defnedilecek.

Çeşitli sitelerde Ahmet Ertegün'ün vefatı ile ilgili haberler:

ntvmsnbc.com
bbcturkish.com
bbcturkish.com Ahmet Ertegün'ün ölümünün ardından
voanews.com
İpek Cem ile Ahmet Ertegün röportajı
Milliyet

Ahmet Ertegün foroğraflarına da buradan ulaşabilirsiniz.

Cuma, Aralık 15, 2006

Puding ve göz kararı;

Bugün akşam eve gelince yorgunluğu biraz üstümden attıktan sonra aklımda olan puding yapma fikri ampulünden birden ışıklar saçılmaya başladı. Arkasında yazan tarife göre aynen şöyle yapmam gerekiyordu:

Hazırlanışı:
  • 750 ml soğuk sütü derin bir tencereye boşaltın. Üzerine poşetin tamamını ilave edip iyice karıştırın.
  • Orta ateşte kaynayıncaya kadar karıştırın. Kaynadıktan sonra 2-3 dakika pişirmeye devam edin.
  • Sıcak olarak kaselere boşalttıktan sonra buzdolabında soğutun. Muz aromalı pudinginiz servise hazırdır. Afiyet olsun !
Şimdi 750 ml sütü nasıl hesaplayacağım yaklaşık 4 su bardağı süt falan oluyor galiba öyle mi yapacağım yoksa engin mutfak tecrübelerime dayanarak göz kararımı yapacağım. Tabiiki de göz kararı yapacağım. Yazanları harfiyen yerine getirdim ya da ben öyle yaptığımı zannediyorum. Sonra kaplara koyup buzdolabına koydum. Soğuduktan sonra büyük bir iştahla buzdolabının kapağını açıp kaseyi elime aldım diğer elimde tatlı kaşığıyla. Ama hafif su kıvamında yarı akışkan bir kıvamda bir pudingle karşılaştım. Tadı güzeldi ama biraz daha katı olması gerekmez miydi? Hay bir daha göz kararı yapanın. :)

DÜZELTME: Pudingin hafif su kıvamında olması daha tam soğumamasından kaynaklanıyormuş. Biraz daha soğuyunca çok daha güzel oldu. Bu arada benim de göz kararım gayet güzelmiş. ;)
Bowling;

Geçen hafta üçüncü bugün ise dördüncü kez bowling oyununu icra ettim. Liseden sınıf arkadaşım İsmail ile İpek'in organize ettiği bowling turnuvasına Fatih arkadaşımla birlikte katıldık. Sınıftan diğer arkadaşlar "yaa işte biz fazla bilmiyoruz" gibi nedenlerle katılmak istemediler. Ama amaç eğlenmek olduğu için biz katılmayı uygun bulduk.

Turnuva iki aşamadan oluşuyordu. İlk olarak 5 kişilik gruplar oluşturuldu ve bu gruplarda bir oyun oynandı. Bu oyunun sonunda en yüksek puanı alan 20 kişi bir üst tura geçti. Bu aşamada sınır puan 98'di. Bendenizde ilk turda 120 yaparak bir üst tura geçmeye hak kazandım. Şunuda söylemeden edemeyeceğim 3 atışta 0 çekmiştim artık onlarıda devirsem neler olacağını siz hesaplayın. Ama şunu da söyleyeyim bu puanı alıp bir üst tura geçince benimki bayağı bi kalkmıştı. Hani tavanda falan denir yaa aynen öyleydi. Yok kupayı direk bana verin artık atmaya gerel yok ve daha niceleri. Bu arada şunu da sıkıştırayım artarda 3 strike(hepsini devirmek) yapan tek oyuncu bendim.

İkinci turda ise işler ters gitmeye başlamıştı. İkinci atıştan sonra sağ baş parmağım da ağrıdan ziyade acı vardı. Hani hep şöyle bir muhabbet vardır: Bir işi beceremeyince "yaa işte çalışamamıştım, hastaydım" gibi bahaneler üretilir ya benimki onlar gibi gözükse de inanıp inanmamak size kalmış. Ama gerçekten çok acıyordu ve hala acıyor. Bu koşullar altında elimden gelip baş parmağımdan gelmediği kadarıyla atışlarımı gerçekleştirdim. Sonuç olarak pek iç açıcı bir netice alamasamda akıllarda "artarda 3 strike yapan çocuk" diye kalmıştım. Eğlendik, hoş vakit geçirdik, arkadaşlarla konuştuk daha ne olsun bu kadarı yeterli.

Pazartesi, Aralık 11, 2006

Merhaba İstanbul ben geldim.

Ne kadar olacağını tam olarak bilemiyorum yaklaşık 3 ay 8 gün(aslında o geçen her günü sayıyordum (: ) sonra İstanbul'a tekrar ayak basmıştım. Hâlâ bıraktığım gibi duruyordu ama bu sefer daha öncekiseferlerde gittiğimden bir fark vardı: Abim İstanbul'da değildi.

3 aydır görmediğim arkadaşım Mertlerin evinde konaklayacaktım. Yolculuğum erken saatte trene binerek başlamıştı. Trenler bile değişmemişti. Ama ilk kez Haydapaşa'da inecektim. Bu arada abime teşekkür ederim. Şu öğrenci akbili gibi kullanışlı bir şey yok valla. Ne kadar keyifli oluyor sınırsız akbil kullanmak.

Mertlerin evine gittim. İşte bildiğin öğrenci evi. Mert'in tango kursu vardı evden biraz erken çıkıp hayatımın yarısını birlikte geçirdiğim arkadaşım Ziya ve kız arkadaşı(Seda) ile buluşacaktık. Taksim meydanda buluşmak ne kadar akılcıysa bizde öyle yaptık. İlk olarak bir şeyler atıştırdık arkasından Mert kursa gidince bi de Nevzade'ye gittik. Ve nadir içki tüketimlerinden birini gerçekleştirdim. Daha sonra Mert kurstan çıkımca Mert'in tavsiyesiyle bir yere gittik ve orada şunu anladım hiçbir kavurma annemin yaptığına benzemiyor. (Anneciğim ben gelince artık kavurma yaparsın) Yemekten sonra Mertle birlikte ayrıldık ve Mertlerin evine gittik. Aynı akşam da yine taksime giderek(Mert. Can(Mert'in ev arkadaşı) ve Ben) damsız alınmama olayın test ettik ve onayladık. Daha sonra yine Nevzade'ye giderek nadir içki tüketimlerinden ikncisini gerçekleştirdim.


2. gün;

Bugün ise
lise arkadaşlarım Harun, Emir, Ziya ile buluşacaktım. Nedense yine Taksim'de buluştuk ve Ortaköy'de kumpir yemeye karar verdik. Hem muhabbet edip hem kumpirleri yerken daha sonra ne yapalım diye konuşuyorduk ve o an Ziya atlayarak "Hadi ihale yapalım dedi". Peki diyerek ihale oynamaya gittik Tophane'ye. Aslında sonuç belliydi. Ortaokuldan beri süregelen bir istatistik var. Ziya'nın kurduğu takım kaybeder. Ve yine öyle oldu.40 sayı farkla kazanmıştık.



Bekle İstanbul tekrar geleceğim.
Bowling;

Geçen hafta Ömer, Gök, Beste, Hilal ve ben bowling oynamaya gitmiştik. Asıl amacımız gnctrkcll'den yararlanıp ikinci biletleri beavaya getirmekti ama sanırım herkes bizim gibi düşünmüştü. Sinema aktivitesi yatınca bizde bowlinge gidelim dedik.

Ayakkabılarımızı ayarladıktan sonra sıra o güzelim topları yuvarlamaya geldi. İlk oyunda ilk dikkat çeken Beste'nin sakin abla edasıyla yaptığı o atış stili. Yürüyerek çizgiye kadar gidiyor ve sanki elinden düşürmüşcesine topubırakıyor ve isabetli atışlar atıyordu.(Elimizde bu atışları gösterecek fotoğraflar olmadığı için üzgünüm) Ve Gök'ün biraz deneyimsizlikten kaynaklanan boş atışları, Ömer'in yorum getiremeyeceğim atışları ve Hilal'in(ki kendisi oyunda ilk strike yapandır) dengeli atışlarıyla ilk oyun bitti. Bendeniz sıralamada ilk sırada yer alıyordum ilk oyunun sonunda.

Hoşumuza gitmiş olacak bir oyun daha oynayalım dedik ve ikinci oyuna başladık. Ama bu oyunda bir iddia vardı: Hilal ve Ömer pizzasına iddiaya girmişlerdi. Hilal Ömer'den önce atış yapıyordu. Hilal bu atıştan puan alamayıp Ömer'in bütün labutları devirmesiyle iddianın akışının nasıl olacağı belli olmuştu. Ve Ömer Hilal'den pizzayı kapmıştı. Ama ne zaman bu pizza alınır bilemeyiz.

Buyrun buradada bowlingden bir kaç foto:


bowling1

bowling3

bowling2

Çarşamba, Aralık 06, 2006

Mavi kart ama nasıl?

Daha önce izlemiştim ama sizinle de paylaşayım istedim. Bi aralar şu kar hileleri olayına iyice kaptırmıştım kendimi. Sağolsun abimin indirdiği viveoları izleyerek elimde kartlar birşeyler yapmaya çalışıyorsum. Oluyor muydu orasını sormayın. İzlediğim kart numarası beni çok etkilemişti, neredeyse hergün açıp açıp tekrar tekrar izliyordum. Sizi daha fazla merakta bırakmayayım. Buyrun hokus pokus...


45 ;

Gök'le beraber oturuyoruz. Dersimizde fizik. Örnekler falan çözüyoruz. Hoca işte bir tane soru yazdı. (Hatırlamak için deftere bakıyorum) 125 cm yukarıdan bir bilye serbest bırakılıyor ve beton zemine çarpıyor. Daha sonra 80 cm'e kadar çıkabiliyor. e=? (g=10m/s2)
Bende en basitinden çözecekmişim gibi soruyu çözmeye başladım. Yere deymeden hemen önceki hızı 5m/s
2 80 cm'ye gelmeden hemen önceki hızı 4m/s2. Kendi kendime "aaa soru ne güzel gidyo kesin çözerim ben bunu" diyorum. Ama ne bulacağımı bilmeden kör topal gidiyorum işte. Çarpma anında kaybolan enerji potansiyelde ne kadar yüksekliğe sahip olur onuda hesaplıyor (niyeyse). Ve buldum. Gök'e söylüyorum. Olm buldum 45 miş diyorum. Ne 45'i olm. 125 ile 80'in arasında 45 cm olduğunu anlayınca zaten aynı anda kopuyoruz Gökle beraber.
Manikür ve pedikür;

Oldum olası hangisi el için hangisi ayak için olduğunu bilmediğim ayak ve el bakımı. Budan ne kadar önce bilemeyeceğim kendimce hangisinin hangisi olduğunu bilmek için bi yöntem geliştirdim. Hani köpek gibi hayvanlar için "pati" deriz ayakları için ben de bunu pedikür ile bağdaştırdım. Geriye kalanı ise el için olan olacaktı. Herşey mükemmel gibi gözüküyordu ve taki bu güne kadar mükemmel işlemişti.

Bugün saygıdeğer Gök arkadaşım tırnağını mı kırmış bi şeyler yapmış. Ben de ona manikür yaptır o zaman gibilerinden birşeyler söyleyecektim ama harşey bu kadar basit olmadı.

Sadece manikür diyecektim ama hangisi el için olandı?

Doruk: Olm o zaman madikür yaptır.
Nehra,Gök ve duyan diğer arkadaşlar: ?!?!?!?!?!?
Doruk: Aman işte penikür.
Nehra,Gök ve duyan diğer arkadaşlar: kahkahalar (yüzlerde "yuh bu kadarda olmazki" şeklinde bir ifade)

Yüz kızartan bu deneyim sanırım bana hangisinin el için hangisinin ayak için olduğunu öğretmiştir. El için pedikür, ayak için manikürdü değil mi? :)

Salı, Aralık 05, 2006

Yalan söyledikçe küçülür insan
Ve artık kalmadı insanoğlu
Söyledikçe korkarsın her an
Küçüldü kalmadı insanoğlu

Doruk Arda Alparslan
Fenerbahçe'm ile ilgili

Pazar günü "yine" kendi sahamızda ezeli rakibimiz ve ebedi dostumuz Galatasarayı yendik. Ama sahaya güzel oyun yansıtamadığımız kesin. İlk yarıda Ümit Karan'ın kaleyi bulmayan şutu dışında Galatasaraylı oyuncular kalecimiz Volkan'ı göremediler. Ve gerçektende oyunun hakimiydik ilk yarıda.
İkinci yarı başlayınca biraz gariplik oldu. Ne top kazanabiliyorduk(ki Fenerbahçe'nin en iyi yaptığı iştir) ne de ileriye çıkarken top yapabiliyorduk. Bunun sonucunda golu kalemizde bulduk ama sonuç zaten belliydi. 8 senedir belli olduğu gibi.

Fenerbahçe'ye 5 maç saha kapatma diyenler!

Çeşitli yazarlar ve Galatasaraylı arkadaşlar Fenerbahçe'ye 5 maçlık bir saha kapatma cezası verilmesini istiyorlar. Onlar için sadece küçük bir hatırlatma.

Montaj ve Serhat Ulueren

Geçen haftaki Telegolde çıkan haberden sonra ortaya çıkan ses kayıdı.

NOT: youtube.com'dan kaldırılmış olduğu için ses kaydı görüntülenememektedir.